Av Dilrüba Kayı

26 Aralık 2013 Perşembe

T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2013/9-241 K. 2013/293 T. 11.06.2013 * MALA ZARAR VERME ( Aracın Üzerinde Sanığın Parmak İzi Bulunduğu/Başka Delil Bulunmadığı - İzin Aracın Zarar Gören Kısımlarında Olmadığı/Sanığın Aracın Yanından Geçerken Dokunmuş Olabileceği Savunmasının Hayatın Olağan Akışı Kapsamında Kabulü Gereği )

T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2013/9-241 K. 2013/293 T. 11.06.2013 * PARMAK İZİ ( Mala Zarar Verme Suçunda Aracın Üzerinde Sanığın Parmak İzi Bulunduğu/Başka Delil Bulunmadığı - İzin Aracın Zarar Gören Kısımlarında Olmadığı/Sanığın Aracın Yanından Geçerken Dokunmuş Olabileceği Savunmasının Kabul Edileceği ) * MALA ZARAR VERME ( Aracın Üzerinde Sanığın Parmak İzi Bulunduğu/Başka Delil Bulunmadığı - İzin Aracın Zarar Gören Kısımlarında Olmadığı/Sanığın Aracın Yanından Geçerken Dokunmuş Olabileceği Savunmasının Hayatın Olağan Akışı Kapsamında Kabulü Gereği ) * ARAÇ ÜZERİNDE TESPİT EDİLEN PARMAK İZİ ( Mala Zarar Verme/Sanığın Parmak İzinin Aracın Zarar Gören Kısımlarında Olmadığı - Sanığın Aracın Yanından Geçerken Dokunmuş Olabileceği Savunmasının Hayatın Olağan Akışı Kapsamında Kabulü Gerektiği ) * HAYATIN OLAĞAN AKIŞI ( Mala Zarar Verme Suçunda Aracın Üzerinde Sanığın Parmak İzi Bulunduğu/Başka Delil Bulunmadığı - İzin Aracın Zarar Gören Kısımlarında Olmadığı/Sanığın Aracın Yanından Geçerken Dokunmuş Olabileceği Savunmasının Kabul Edileceği ) 5237/m.151 ÖZET : Mala zarar verme suçunda; uyuşmazlık; sanığın mala zarar verme suçunu işleyip işlemediğinin belirlemesine ilişkindir. Görgü tanığı bulunmayan olayda, sanık aleyhine değerlendirilebilecek tek delil, katılanın aracının sağ kapı camında bulunan ve sanığa ait olduğu ekspertiz raporu ile tespit edilen sağ el orta parmak izidir. Ancak aracın diğer kısımlarında, özellikle de zarar verilen bölümlerinde sanığa ait parmak izi bulunamamıştır. Olay gecesi katılanın aracını bıraktığı kapalı otoparkın dolu olduğu ve katılanın da aracını diğer araçların çıkışını engelleyecek şekilde park ettiği dosya kapsamından anlaşılmakta olup, sanığın katılanın aracının yanından geçerken elinin cama değmiş olabileceğinin mümkün olması ve sanığın aksi ispatlanamayan bu yöndeki savunmasının hayatın olağan akışına da uygun bulunması karşısında, somut başka bir delille desteklenmeyen ve aracın zarar gören bölümlerinde değil de, başka bir yerinde tespit edilen tek bir parmak izine dayanılarak sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesine imkan bulunmamaktadır. DAVA : Mala zarar verme suçundan sanık F.'ın beraatına ilişkin, Ankara 27. Asliye Ceza mahkemesince verilen 11.07.2007 gün ve 493-609 sayılı hükmün katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 21.04.2011 gün ve 7876-2422 sayı ile; " ... Katılana ait aracın sağ ön kapı camı dış yüzeyinde tespit edilen parmak izinin sanığın sağ el orta parmağına ait olduğunun ekspertiz raporu ile belirlenmesi nedeniyle suça konu araca sanık tarafından zarar verildiğinin anlaşılması karşısında, suçun sübut bulduğu gözetilmeden mahkumiyeti yerine beraatına karar verilmesi..." İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi ise 14.03.2012 gün ve 639-224 sayı ile; " ...Olay yeri sinemanın kapalı otoparkıdır ve sanık dâhil arabası bulunan tüm sinema müşterilerinin gelip geçtiği bir yerdir. Sanık hukuka aykırı olarak başkasının evinde bulunma gibi gayrimeşru bir nedenle burada değildir. Aracın camında parmak izinin çıkması araca zarar verme suçunu işlediğinin kesin delili olamaz. Olayın görgü şahidi gibi delili de yoktur. Müştekinin diğer araçların giriş çıkışına engel olur şekilde aracı park ettiği anlaşılmaktadır. Sanığın geçerken aracın camına eliyle dokunması veya asıl zarar verenden müstakil olarak önceki zaman diliminde tepki olarak cama vurması mümkündür. Kırılan cam sanığın parmak izinin çıktığı sağ ön cam değildir. Duruma tepki duyan başka bir araç sahibinin bulunması ve zarar vermesi de olasıdır. 'Aracı nedeniyle müştekiye sadece sanık kızmaktadır, sanıktan başkası araca kesinlikle zarar vermiş olamaz' diyebiliyorsak sanığın cezalandırılması doğru olacaktır. Kuşkudan sanık yararlanır ilkesi uyarınca sabıkasız ve devlet memuru olan sanığın beraatine karar verilmesi gerekmektedir..." Şeklindeki gerekçeyle önceki hükmünde direnerek, sanığın beraatına karar vermiştir. Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.02.2013 gün ve 132935 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır: KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulunda duruşmalı temyiz incelemesi yapılabileceğine dair kanuni düzenleme bulunmadığından, katılan vekilinin duruşmalı inceleme isteminin 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 318. maddesi uyarınca reddine karar verilerek inceleme dosya üzerinden yapılmıştır. Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın mala zarar verme suçunu işleyip işlemediğinin belirlemesine ilişkindir. İncelenen dosya içeriğinden; 04.02.2006 tarihli tutanakta; "sinemanın kapalı otoparkında park halinde bulunan el freni inik ve vitesi boşta olan otomobilde yapılan görgü ve tespitte, sileceklerin koparılıp yere atıldığı, ön camın sert cisimle vurulmak suretiyle kırıldığı, sağ dış dikiz aynasının koparılıp yere atıldığı, motor kaputunun kaporta ve boyasının çizildiği, sağ ön ve arka kapılarının açık sol kapılarının kilitli olduğu" tespitine yer verildiği, 08.02.2006 tarihli ekspertiz raporunda; suça konu otomobilin sağ ön kapı camı dış yüzeyinden alınan parmak izinin, sanığın sağ el orta parmak iziyle uyumlu olduğunun belirtildiği, Tanık V.’ın; olayın meydana geldiği sinemanın müdürü olduğunu, her katta onbeş araçlık yer olan iki katlı otoparkları bulunduğunu, olayın üst katta meydana geldiğini, olay akşamı otoparkın yoğun olduğunu, saat 20.00 sıralarında iki müşterinin geldiğini ve bir aracın usulsüz park etmesi nedeniyle arabalarını çıkaramadıklarını söylediklerini, film aralarında aracın sahibini aradıklarını, ancak bulamadıklarını, müşterilerin yemek yiyip gelelim diyerek ayrıldıklarını, daha sonra katılanın gece saat onikiye doğru geldiğini ve aracının zarar gördüğünü söylediğini, polise haber verdiğini, araca kimin zarar verdiğini görmediğini ve sanığı da tanımadığını beyan ettiği, Katılanın; olay gecesi sinemanın kapalı otoparkına bıraktığı aracına zarar verildiğini, sanığı aracına zarar verirken görmediğini, ancak parmak izlerinin tespit edildiğini belirttiği, Sanığın; tarihini tam olarak hatırlamadığı bir gece olayın meydana geldiği sinemaya gittiğini, filmden çıktıktan sonra otoparkta bulunan aracına binip evine geldiğini, olayla ilgisi bulunmadığını, araçların gelişigüzel park edildiğini, yanından geçerken elinin şikayetçinin aracına değmiş olabileceğini ve bu nedenle parmak izinin aracın üzerinde bulunabileceğini, ancak iddia edildiği gibi araca zarar verilmesi ile bir ilgisi bulunmadığını savunduğu, Anlaşılmaktadır. Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın uzantısı olan, Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ve gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanık aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve bu ispat, hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa ihtimale dayanarak sanığın mahkumiyetine karar vermek, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm kurmak anlamına gelecektir. Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde; Görgü tanığı bulunmayan olayda, sanık aleyhine değerlendirilebilecek tek delil, katılanın aracının sağ kapı camında bulunan ve sanığa ait olduğu ekspertiz raporu ile tespit edilen sağ el orta parmak izidir. Ancak aracın diğer kısımlarında, özellikle de zarar verilen bölümlerinde sanığa ait parmak izi bulunamamıştır. Olay gecesi katılanın aracını bıraktığı kapalı otoparkın dolu olduğu ve katılanın da aracını diğer araçların çıkışını engelleyecek şekilde park ettiği dosya kapsamından anlaşılmakta olup, sanığın katılanın aracının yanından geçerken elinin cama değmiş olabileceğinin mümkün olması ve sanığın aksi ispatlanamayan bu yöndeki savunmasının hayatın olağan akışına da uygun bulunması karşısında, somut başka bir delille desteklenmeyen ve aracın zarar gören bölümlerinde değil de, başka bir yerinde tespit edilen tek bir parmak izine dayanılarak sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesine imkan bulunmamaktadır. Bu itibarla, atılı suçu işlediği hususunda her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmayan sanığın beraatına ilişkin yerel mahkeme hükmü isabetli olup, onanmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; "sanığın üzerine atılı mala zarar verme suçunun sabit olduğu, dolayısıyla direnme hükmünün bozulması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlandır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1- Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 14.03.2012 gün ve 639-224 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA, 2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.06.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verild
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 05:14 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

11 Kasım 2013 Pazartesi

http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/karar/konak.pdf
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 13:39 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

22 Ekim 2013 Salı

ANNENİN İŞTİRAK NAFAKASINI İCRA TAKİBİNE KOYMASI ( Küçük Reşit Olduğu Tarihte Hükmedilen İştirak Nafakasının Kendiliğinden Sona Ereceği – Alacaklı Annenin Çocuk İçin Hüküm Altına Alınan ve Reşit Olduğu Tarihe Kadar Devam Eden İştirak Nafakası Alacağını Takibe Koyabileceği ) YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E. 2011/17148 K. 2012/3500 T. 14.2.2012 •

 T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

E. 2011/17148
K. 2012/3500
T. 14.2.2012
İlgili Kavramlar;
• ANNENİN İŞTİRAK NAFAKASINI İCRA TAKİBİNE KOYMASI ( Küçük Reşit Olduğu Tarihte Hükmedilen İştirak Nafakasının Kendiliğinden Sona Ereceği – Alacaklı Annenin Çocuk İçin Hüküm Altına Alınan ve Reşit Olduğu Tarihe Kadar Devam Eden İştirak Nafakası Alacağını Takibe Koyabileceği )
• İŞTİRAK NAFAKASI ( Küçük Reşit Olduğu Tarihte Hükmedilen İştirak Nafakasının Kendiliğinden Sona Ereceği – Alacaklı Annenin Çocuk İçin Hüküm Altına Alınan ve Reşit Olduğu Tarihe Kadar Devam Eden İştirak Nafakası Alacağını Takibe Koyabileceği )
• REŞİT OLAN HAKKINDA İŞTİRAK NAFAKASININ SONA ERMESİ ( Küçük Reşit Olduğu Tarihte Hükmedilen İştirak Nafakasının Kendiliğinden Sona Ereceği )
İlgili Kanun Maddeleri; 4721/m. 182, 328
ÖZET: Borçlu tedbir nafakasının ilamlı takibe konu edilemeyeceği, tedbir nafakasının ilamsız takibe konu edilmesi gerekmekte olup, hüküm kesinleştikten sonra ise kesinleşen ilamla birlikte yoksulluk ve iştirak nafakası adı altında istenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Küçük reşit olduğu tarihte, hükmedilen iştirak nafakası kendiliğinden sona erer. Alacaklı annenin müşterek çocuk için hüküm altına alınan ve reşit olduğu tarihe kadar devam eden iştirak nafakası birikmiş alacağını takibe koyma hakkı ve sıfatının bulunduğu nazara alınarak, borçlunun şikâyeti bu ilkeler doğrultusunda değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR: Büyükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesi ( Aile Mahkemesi sıfatıyla )26.3.2009 tarih ve 2008/406-2009/341 karar sayılı ilamı ile “tarafların boşanmalarına, ( alacaklı )eşi için 18.6.2008 tarihli oturumda hükmedilen ve dava tarihinden geçerli olmak üzere aylık 200 TL tedbir nafakasının borçludan alınıp alacaklıya verilmesine yönelik ara kararının aynen devamına, hüküm kesinleştikten sora yoksulluk nafakası adı altında devamına, müşterek çocukların her biri için 18.06.2008 tarihli oturumda hükmedilen dava tarihinden geçerli olmak üzere 150′şer TL tedbir nafakasının borçludan alınıp alacaklıya verilmesine yönelik ara kararının aynen devamına, hüküm kesinleştikten sonra iştirak nafakası adı altında devamına” karar verildiği, anılan bu kararın 22.4.2009 tarihinde kesinleşerek 05.11.2010 tarihinde ilamlı icra takibine konu edildiği, takip alacaklısı tarafından işlemiş tedbir nafakası ile faizinin ve takip sonrasında müşterek çocuklar için 16.04.2008 tarihinden itibaren 450 TL ( toplam )ve kendisi için yine aynı tarihten itibaren 200 TL tedbir nafakasının tahsilinin talep edildiği görülmektedir.
Borçlunun mahkemeye başvurusu, tedbir nafakasının ilamlı takibe konu edilemeyeceği, tedbir nafakasının ilamsız takibe konu edilmesi gerekmekte olup, hüküm kesinleştikten sonra ise kesinleşen ilamla birlikte yoksulluk ve iştirak nafakası adı altında istenmesi gerektiğini, çocuklardan Mahmut ve Kadir’in takipten önce reşit olduklarını, çocuklar için ne zamana kadar tedbir ve iştirak nafakasının devam edeceğinin açıklanmadığını, istenen faizin başlangıcı ve talep edilen nafakaların hangi aylara ilişkin olduğunun belirtilmediği gerekçeleriyle takibin iptali istemi ilişkindir.
Medeni Kanun’un “Geçici Önlemler” başlığını taşıyan 169.maddesinde; “boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Sözü edilen tedbir nafakası boşanma kararının kesinleşmesi ile sona erer. Takip dayanağı ilamda yer alan davacı ve müşterek çocuklar için aylık toplam 650,00 TL’de bu madde hükmüne göre verilmiş tedbir nafakası niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesine kadar devam eder. Kesinleşme tarihinden sonra ise iştirak nafakası işlemeye başlar.
Boşanma veya ayrılık vukuunda, çocuk kendisine tevdi edilmemiş taraf, gücüne göre onun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür. ( TMK. Md. 182 )Bu madde uyarınca, ilamda hüküm altına alınan iştirak nafakasının alacaklısı, müşterek çocuk olmayıp, velayet hakkı kendisine verilen eştir. Velayet hakkı küçüğün reşit olması ile sona ereceğinden, bu tarihte iştirak nafakasının da sona ereceği tabidir. Ancak çocuğun reşit olduğu tarihe kadar ödenmeyerek biriken nafaka alacağı bulunduğu takdirde, velayet hakkı kendisine verilmiş olan eş tarafından çocuğun reşit olduğu tarihten sonra da bu alacak takibe konu edilerek ödenmesi istenebilir. Zira nafaka, velayet hakkı kendisine verilen eşe çoçuğun bakım ve eğitimine harcaması için verilmiştir ve onun tarafından istenilmesinde usul ve yasaya uymayan bir yön bulunmamaktadır.
TMK’nun 328. maddesine göre de, babanın çocuğuna bakma mükellefiyeti onun reşit olmasıyla sona erer. Küçük reşit olduktan sonra da eğitimine devam ediyorsa bu takdirde, kendisi yeni bir dava açarak yardım nafakası talebinde bulunabilir. Küçük reşit olduğu tarihte, hükmedilen iştirak nafakası kendiliğinden sona erer.
Bu durumda mahkemece alacaklı annenin müşterek çocuk için hüküm altına alınan ve reşit olduğu tarihe kadar devam eden iştirak nafakası birikmiş alacağını takibe koyma hakkı ve sıfatının bulunduğu nazara alınarak, borçlunun şikâyeti bu ilkeler doğrultusunda değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken dayanak ilamın kesinleşmiş olduğundan bahisle istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 14.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.http://www.alican.av.tr/urunlerimiz.php?urun=213
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 07:27 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

4 Ekim 2013 Cuma

Uluslararası Af Örgütünün Gezi Parkına Yönelik Raporu

Merhabalar
Uluslararası Af Örgütünün Gezi Parkına Yönelik Raporu yayınlandı.Rapora aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.Yararlı olması dileğiyle...

http://www.amnesty.org.tr/ai/node/2281/
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 06:04 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

26 Eylül 2013 Perşembe

26.09.2013 Tarihli Yeni Gider Avansı Tarifesi

26 Eylül 2013  PERŞEMBE Resmî Gazete Sayı : 28777
TEBLİĞ
Adalet Bakanlığından:
HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU GİDER AVANSI TARİFESİ
Amaç ve kapsam
MADDE 1 – (1) Bu Tarifenin amacı, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemektir.
Dayanak
MADDE 2 – (1) Bu Tarife, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120 nci maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır.
Gider avansı
MADDE 3 – (1) Davacı, bu Tarifede gösterilen gider avansını dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansı her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri kapsar.
Gider avansı miktarı
MADDE 4 – (1) Davacı;
a) Taraf sayısının beş katı tutarında tebligat gideri,
b) Dava dilekçesinde tanık deliline dayanılmış ve tanık sayısı belirlenmiş ise tanık sayısınca tanık asgari ücreti ve tebligat gideri; tanık sayısı belirtilmemiş ise en az üç tanık asgari ücreti ve tebligat gideri,
c) Dava dilekçesinde keşif deliline dayanılmış ise keşif harcı avansı ile birlikte 75 TL ulaşım gideri,
ç) Dava dilekçesinde bilirkişi deliline dayanılmış ise Bilirkişi Ücret Tarifesinde davanın açıldığı mahkeme için öngörülen bilirkişi ücreti,
d) Diğer iş ve işlemler için 50 TL,
toplamını avans olarak öder.
Gider avansının iadesi
MADDE 5 – (1) Gider avansının kullanılmayan kısmı hükmün kesinleşmesinden sonra davacıya iade edilir. Davacı tarafından hesap numarası bildirilmiş ise iade elektronik ortamda hesaba aktarmak suretiyle yapılır. Hesap numarası bildirilmemiş ise masrafı avanstan karşılanmak suretiyle PTT merkez ve işyerleri vasıtasıyla adreste ödemeli olarak gönderilir.
(2) Geçici hukuki koruma talebi için alınan gider avansının kullanılmayan kısmı verilen karardan sonra talep üzerine iade edilir.
Zaman bakımından uygulama
MADDE 6 – (1) 1/10/2011 tarihinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.
Yürürlük
MADDE 7 – (1) Bu Tarife 1 Ekim 2013 tarihinde yürürlüğe girer.

Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 04:41 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

29 Ağustos 2013 Perşembe

ÇOCUKLARIN YARGILANMASINDA ÖZEL HÜKÜMLER: YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME -DURUŞMADA HAZIR BULUNABİLECEK KİŞİLER

ÇOCUKLARIN YARGILANMASINDA ÖZEL HÜKÜMLER
YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME
Çocuk Mahkemeleri: İlk çocuk mahkemesi 1899 yılında Amerikanın Chicago kentinde kurulmuştur. Ülkemizdeki ilk çocuk mahkemesi 1979 yılında çıkarılan kanunla 1987 yılında Ankara’da kurulmuştur. Mülga 2253 sayılı kanunda, küçüklerin işledikleri suçlara ilişkin davaların duruşması genel mahkemelerin bulunduğu bina içinde veya dışında bu amaçla tesis edilen yerlerde yapılır, hükmüne yer verilmiştir.
Çocuk Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle çocukların yargılamaları çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemelerinde yapılmaya başlanmıştır. Çocuk koruma kanunun 25.maddesine göre Çocuk mahkemesi, tek hâkimden oluşur. Bu mahkemeler her il merkezinde kurulur. Ayrıca, bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulabilir. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde çocuk mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. Çocuk mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz. Mahkemelerin bulunduğu yerlerdeki Cumhuriyet savcıları, çocuk mahkemeleri kararlarına karşı kanun yoluna başvurabilirler.
(2) Çocuk ağır ceza mahkemelerinde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur ve mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanır. Bu mahkemeler bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulur. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde çocuk ağır ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır.
Mahkemelerin yargı çevresi genel adliye mahkemelerinin yargı çevresi gibi düzenlenmiştir.
(1) Çocuk mahkemelerinin yargı çevresi, kurulduğu il ve ilçenin mülkî sınırlarıyla belirlenir.
Çocuk ağır ceza mahkemelerinin yargı çevresi, bulundukları il merkezi ve ilçeler ile bunlara adlî yönden bağlanan ilçelerin idarî sınırlarıdır.
Coğrafi durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemelerinin yargı çevresinin belirlenmesine veya değiştirilmesine Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.
GEÇİCİ Madde 1 - (1) 2253 sayılı Kanun gereğince kurulan çocuk mahkemelerinde derdest bulunan ve bu Kanun ile kurulan çocuk mahkemesinin görevine giren dava ve işler, bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde çocuk mahkemesine devredilir.
(2) Genel ceza mahkemelerinde görülmekte olan ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte on sekiz yaşını doldurmuş olan sanıklar hakkındaki dava ve işler çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemelerine devredilmez.
(3) Çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemeleri bulunmayan yerlerde, bu mahkemeler kurulup göreve başlayıncaya kadar çocuklar tarafından işlenen suçlara ait soruşturma ve kovuşturmalar Cumhuriyet başsavcılığı ve görevli mahkemelerce bu Kanun hükümlerine göre yapılır.
 (4)Çocuk mahkemesi bulunmayan yerlerde, bu mahkeme kurulup göreve başlayıncaya kadar korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında tedbir kararları görevli aile veya asliye hukuk mahkemelerince alınır.
(5) Adalet Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar bu Kanunun yürürlüğü tarihinden itibaren altı ay içinde koruyucu ve destekleyici tedbirleri yerine getirmek üzere gerekli tedbirleri alır. Ayrıca, ilgili bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar bu amaçla sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğine gidebilirler.
Çocuk hakimleri: çocuk mahkemesinde görevli hakimlerin çocuklara şefkatli bir baba gibi davranmaları, cezalandırmaktan ziyade onları anlama eğitim , rehabilite koruma ve gözetmeye öncelik verebilme becerileri önemlidir. Çocuk Koruma Kanununa göre,
Hâkimlerin atamaları Madde 28 - (1) Mahkemelere, atanacakları bölgeye veya bir alt bölgeye hak kazanmış, adlî yargıda görevli, tercihan çocuk hukuku alanında uzmanlaşmış, çocuk psikolojisi ve sosyal hizmet alanlarında eğitim almış olan hâkimler ve Cumhuriyet savcıları arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atama yapılır.
(2) Atamalarda istekli olanlarla daha önce bu görevlerde bulunmuş olanlara öncelik tanınır.

(3) Herhangi bir nedenle görevine gelemeyen hâkimin yerine bu hâkim görevine başlayıncaya veya Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yetkilendirme yapılıncaya kadar o yerdeki hâkimlerden hangisinin bakacağı, birinci fıkrada aranan nitelikler de gözetilerek adlî yargı adalet komisyonu başkanınca belirlenir.

Kovuşturma Sırasında Mahkemede Bulunabilecek Kişiler
Hakim: Öncelikle doğal olarak çocuk mahkemelerinde ve çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılamayı yapacak hakim ve ya hakimler bulunmalıdır. Çocuk mahkemelerinde tek hâkim çocuk ağır ceza mahkemelerinde ise bir hâkim ve yeteri kadar üye bulunur.
Cumhuriyet Savcısı: Çocuk mahkemelerinde Cumhuriyet savcısı bulunmaz. Çocuk ağır ceza mahkemelerinde Cumhuriyet savcısı bulunur.
Zorunlu müdafii: Önemli olan suç tarihi olup daha sonra 18 yasın ikmali müdafii mecburiyetini engellemez.
Sosyal Çalışma Görevlisi: Mahkeme veya hâkim, çocuğun sorgusu veya çocuk hakkındaki diğer işlemler sırasında çocuğun yanında sosyal çalışma görevlisi bulundurabilir(ÇÇK22m.2)Burada bir zorunluluktan değil hakimin takdir yetkisinden bahsedilebilir.
Diğer Kişiler: Çocuk, velisi, vasisi, mahkemece görevlendirilmiş sosyal çalışma görevlisi, çocuğun bakımını üstlenen aile ve kurumda bakılıyorsa kurumun temsilcisi duruşmada hazır bulunabilir. (ÇÇK m.22/1)
Çocuk yargılamasında gizliliğe uyulur. Duruşmada bulunması zorunlu olanlar ile kanunun izin verdiği kişiler dışında kimse bulunamaz.
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 09:44 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

10 Temmuz 2013 Çarşamba

T.C. Y A R G I T A Y 2.HUKUK DAİRESİ ESAS NO: KARAR NO: 2012/25321 2013/10648

            T.C.
  Y A R G I T A  Y
2.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: KARAR NO:
2012/25321 2013/10648
                   Y A R G I T A Y    İ L A M I
İNCELENEN KARARIN :

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ :Boşanma
TEMYİZ EDEN             :Taraflar

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen,  yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, 29.06.2012 tarihinde ikame edilmiştir. Davacı davasını anlaşmalı boşanma talepli olarak açmış; ancak; davalı cevap dilekçesinde boşanma hususunda uzlaşma olmadığını, dava dilekçesi altındaki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. Bu suretle davanın çekişmeli hale geldiği (TMK.md.166/1-2), mahkemece 04.09.2012 tarihinde ön incelemenin duruşmalı olarak yapılmasına karar verildiği, ön inceleme için duruşma günü tespit edilerek, bu duruşma günü taraflara bildirildiği anlaşılmaktadır.
Davacı koca ve davalı vekili, 04.09.2012 tarihli "ön inceleme" duruşmasına gelmişler, bu oturumda tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlarla ilgili tespit yapılmış ancak dava dilekçesinin HMK 119/1-e, 1-f, 1-g maddesinde yazılı unsurları taşımadığı ve davacının dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaları kanıtlamaya yarar delil sunamadığı, tahkikatı gerektiren bir husus olmadığı gerekçesiyle dava sübut bulmadığından reddedilmiştir.
Tahkikat, ön incelemede saptanan çekişmeli hususlar üzerinden yürütüleceğine (HMK.md. 140/3) göre mahkemece, taraflara dilekçelerinde dayandıkları, ancak somutlaştırmadıkları delillerini açıklaması, tanık deliline dayanılmakla tanık listesi verilmesi, gösterdikleri tanıkların adı ve soyadı ile adreslerini hangi tanığın hangi vakıaya ilişkin olduğunu içeren dilekçe vermesi için kesin süre verilerek sonucuna göre hareket edilmesi gerekirken açıklanan hususlar gözetilmeden davanın neticeye bağlanması doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, kadının temyiz isteğinin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.15.04.2013 (Pzt.)

Başkan                                   Üye                          Üye                           Üye                       Üye
Necdet Gürbüztürk          Nail Özkılıç         Halim Kayapınar         A.İnci Özden           İnci Aytaç           (Muhalif)              (Muhalif)

KARŞI OY YAZISI
Dava 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olup; davacı 29.6.2012 tarihli dava dilekçesi ile anlaşmalı boşanma talebinde bulunmuştur. Dava dilekçesinde herhangi bir vakıaya dayanmamış, delilde bildirmemiştir. Davaya Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesi uyarınca çekişmeli olarak devam edeceğine ilişkin usulüne uygun yapılmış bir ıslah talebi de bulunmamaktadır. Mahkemenin red gerekçesi bu sebeple doğru olup kararın onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyoruz.

Üye     Üye
      A.İnci Özden İnci Aytaç
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 14:39 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

9 Temmuz 2013 Salı

T.C. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2013/691 K. 2013/3827 T. 5.3.2013 • KİRA SÖZLEŞMESİNDE BULUNAN MUACCELİYET ŞARTI ( Sözleşme 6098 Sayılı Kanun Yürürlüğe Girmesinden Önce Düzenlenmiş Olsa da Düzenlemelerin Kamu Düzeni İle İlgili Olduğu - Geçersiz Olacağı/Sözlü Kira İlişkisi Olsa da Yine Temerrüt ve Muacceliyet Olgusunun Söz Konusu Olmayacağı )


T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/691
K. 2013/3827
T. 5.3.2013
• KİRA SÖZLEŞMESİNDE BULUNAN MUACCELİYET ŞARTI ( Sözleşme 6098 Sayılı Kanun Yürürlüğe Girmesinden Önce Düzenlenmiş Olsa da Düzenlemelerin Kamu Düzeni İle İlgili Olduğu - Geçersiz Olacağı/Sözlü Kira İlişkisi Olsa da Yine Temerrüt ve Muacceliyet Olgusunun Söz Konusu Olmayacağı )
• MUACCELİYET ŞARTI ( Kira Sözleşmesi 6098 S.K. Yürürlüğe Girmesinden Önce Düzenlenmiş Olsa da Kamu Düzeni Sebebiyle Şartın Geçersiz Olacağı - Kira İlişkisinin Sözlü ya da Yazılı Olmasının Önemi Olmadığı )
• YENİ BORÇLAR KANUNUNDAN ÖNCE DÜZENLENEN KİRA SÖZLEŞMESİNDE MUACCELİYET ŞARTI ( Kamu Düzeni Sebebiyle Geçersiz Olacağı - Yürürlük Yasası Nedeniyle 6098 S.K. Hükümlerinin Temerrüde ve Muacceliyete İlişkin Hükümlerinin Dikkate Alınacağı )
• İTİRAZIN İPTALİ VE TAHLİYE ( Kira Sözleşmesi 6098 S.K. Yürürlüğe Girmesinden Önce Düzenlenmiş Olsa da Kamu Düzeni Sebebiyle Muacceliyet Şartının Geçersiz Olduğu - Davanın Reddi Gerektiği )
• TEMERRÜT VE MUACCELİYET OLGUSU ( 6 Aylık Kira Alacağı Yönünden Temerrüt Olgusunun Gerçekleşmediği - Türk Borçlar Kanunu Uyarınca Sözleşmedeki Muacceliyet Şartının Geçersiz Olacağı/Sözlü Kira İlişkisi Söz Konusu Olsa da Yine Temerrüt ve Muacceliyet Olgusunun Söz Konusu Olmayacağı )
6098/m.315, 346
6101/m.1, 2
ÖZET : Davacı vekili, birinci altı aylık kira parasının zamanında ödemediğinden, sözleşme gereği de ikinci altı aylık kira parasının da muaccel hale geldiğini belirterek başlatılan takibe itirazın iptaline, tahliyeye, inkar tazminatına, imza inkarı nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Yazılı sözleşmenin varlığı kabul edilse bile davalıya icra takibinden önce 6098 sy Türk Borçlar Kanunu uyarıca yazılı ihtarname gönderilmediği, davalının 6 aylık kira bedelini icra takip tarihinde yatırmış olduğu, 6 aylık kira alacağı yönünden temerrüt olgusunun gerçekleşmediği, kira sözleşmesinde süresinde ödenmediğinde gelecek 6 ayın kirasının da muaccel olacağı belirtilmekte ve davacı tarafından davaya konu edilmekle beraber 6098 sy Türk Borçlar Kanunu uyarınca sözleşmedeki muacceliyet şartının geçersiz olacağı, sözleşme yasanın yürürlüğe girmesinden önceki tarihte düzenlenmiş olsa da düzenlemelerin kamu düzeni ile ilgili olduğu, T.B.K yürürlük yasası nedeniyle 6098 sy yasa hükümleri temerrüde ve muacceleyete ilişkin hükümlerinin dikkate alınması gerektiği, sözlü kira ilişkisi söz konusu olsa yine temerrüt ve muacceliyet olgusunun söz konusu olmayacağı değerlendirilmiştir. Davacı dava dilekçesinde taşınmazdan tahliyesini istediği akdin feshini talep etmediği de görülmekte olup mevcut koşullarda davanın reddi gerekmiştir.

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı tahliye, itirazın iptali davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre,

SONUÇ : Yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, ve aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edenden alınmasına, 05.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YEREL MAHKEME İLAMI

T.C.

ADALAR

SULH HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2012/132 Esas

KARAR NO : 2012/196

Kiralananın Tahliyesi, İtirazın İptali

DAVA TARİHİ : 17/08/2012

KARAR TARİHİ : 06/12/2012

Mahkememizde görülmekte bulunan Kiralananın Tahliyesi, İtirazın İptali davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili davalının 01.05.2010 tarihli sözleşme ile Büyükada 23 Nisan Cad. No:40/7 taşınmazda kiracı olduğunu, 2012 yılı kira bedelinin 16.000 TL ve sözleşme gereği 6 aylık dönenlerle ve ilk 5 gün içinde ödenmesi gerektiğini, 2012 yılı birinci altı aylık kira parasının 05.05.2012 tarihine kadar zamanında ödemediğinden, sözleşme gereği de ikinci altı aylık kira parasının da muaccel hale geldiğini. Bu nedenle Adalar İcra müd. 2012/604 Esas dosyasından 16.000 TL için takip yaptıklarını, davalının 10.07.2012 tarihinde borca ve imzaya haksız ve kötü niyetle itiraz ettiğini. Davalının takip başladıktan sonra ilk 6 aylık 8000 TL kira bedelini hesaba ödemiş olduğunu. Davalının kusurundan dolayı icra takibi başlatıldığından muaccel hale gelen 2. altı aylık kira bedeli 8000 TL ile faiz vekalet ücreti ve icra masraflarıyla 10.921,96 TL borç nedeniyle itirazın iptaline, davalının taşınmazdan tahliyesine, inkar tazminatına, imza inkarı nedeniyle cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili temerrüt koşullarının gerçekleşmediğini, tarafların kira ilişkisinin başlangıcı ve maddi koşulları yönünde mutabık olduğunu, uyuşmazlığın yazılı sözleşme olup olmadığı hususunda olduğunu, 2012 yılı kirasının ödenmiş olduğunu, geç ödeme söz konusu olmadığını, muacceliyet kazanan kira alacağını ve ferilerini kabul etmediklerini likit bir alacağın bulunmadığını davanın kötü niyetli olduğunu belirtip davanın reddini ve inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Kira Sözleşmesinde: Davacı tarafından sunulan yazılı kira sözleşmesinde ; Taşınmazın Büyükada 23 Nisan caddesi 120 ada 1 parsel kiralayanın Oya Esendal kiracının Rüya Atlı olduğu, mesken olarak kiralandığı, kira başlangıcının 01.05.2010 ve 3 yıllık olduğu. Kira bedelinin her 6 ayın başında ve peşin ödeneceğinin belirtildiği, kira bedelinin birinci yıl için 12.000 TL ikinci yıl için 14.000 TL üçüncü yıl için 16.000 TL olacağının her 6 ayın ilk 5 günü içinde ödeneceğinin, süresinde ödeme yapılamadığı taktirde bakiye tüm bir dönem kira bedelinin muaccel olacağının takip ve tahliyeye esas alınacağının belirtildiği anlaşılmaktadır.

Adalar İcra müdürlüğünün 2012/604 Esas dosyasının incelenmesinde; Davacı vekilince 01.05.2010 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesine istinaden 03.07.2012 tarihinde 2012 yılına ait ilk 6 aylık kira alacağı 8000 TL ve muacceliyet şartı nedeniyle 2. altı aylık kira alacağı 8.000 TL olmak üzere toplam 16.000 TL asıl alacak 216.99 TL işlemiş faiz ve takipten itibaren asıl alacağa işleyecek 9 faizi ile 30 gün içinde ödenmesi talep edildiği, ödenmemesi halinde akdin feshi ve tahliye talep edileceğinin belirtildiği,Ödeme emrinin 10.07.2012 tarihinde tebliğ edildiği. Ödeme emrine 13.07.2012 tarihinde yazılı sözleşmedeki imzaya, içeriğine ve borca itiraz edildiği. Sözlü kiraya bağlı olarak kiralananda oturulduğunun ifade edilip, yıllık ödenmesi gereken kira bedellerine itiraz edilmediği.Ödeme zamanına itiraz edilip taksitlerin yıl içinde ancak öngörülmemiş zamanlarda ödenmek üzere anlaşıldığının, ileri sürdüğü ve muacceliyet iddiasının kabul edilmediğinin belirtildiği görülmektedir. Dosyaya 03.07.2012 saat 13.33 itibariyle 8.001 TL hesaba havale edildiğine dair İş Bankası bankamatik çıktısı sunulduğu anlaşılmaktadır.

Dosyaya sunulan ihtarnamelerin kira alacağı ile ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.

Dosyanın Değerlendirilmesinde; Taraflar arasında taşınmazda kiracı olunduğu hakkında ihtilaf bulunmamakta olup davalı yazılı sözleşme bulunmadığını, sözleşmenin maddi şartlarına itirazlarının bulunmadığını belirtmiştir. Davacı yazılı kira sözleşmesine istinaden takip yapmış dava etmiştir. Davanın konusu kira alacağı ve tahliye istemi olduğundan, kira ilişkisi sözlüde olsa yazılı da olsa dava sonucu değişmeyeceğinden ayrıca sözleşmedeki imzanın kiracıya ait olup olmadığı, yönünde herhangi bir incelemeye gerek duyulmamıştır. Yazılı sözleşmenin varlığı kabul edilse bile davalıya icra takibinden önce 6098 sy Türk Borçlar Kanunu 315 md. uyarıca yazılı ihtarname gönderilmediği, davalının 6 aylık kira bedeli 8001'yi icra takip tarihi olan 03.07.2012 tarihinde yatırmış olduğu 6 aylık kira alacağı yönünden temerrüt olgusunun gerçekleşmediği, kira sözleşmesinde süresinde ödenmediğinde gelecek 6 ayın kirasınında muaccel olacağı, belirtilmekte ve davacı tarafından da davaya konu edilmekle beraber, 6098 sy Türk Borçlar Kanununun 346 md uyarınca sözleşmedeki muacceliyet şartının geçersiz olacağı, sözleşme yasanın yürürlüğe girmesinden önceki tarihte düzenlenmiş olsa da düzenlemelerin kamu düzeni ile ilgili olduğu, 6101 sy T.B.K yürürlük yasasının 1 ve 2 maddeleri nedeniyle 6098 sy yasa hükümleri temerrüde ve muacceleyete ilişkin hükümlerinin dikkate alınması gerektiği. Taraflar arasında sözlü kira ilişkisi söz konusu olsa yine temerrüt ve muacceliyet olgusunun söz konusu olmayacağı değerlendirilmiştir. Davacı dava dilekçesinde taşınmazdan tahliyesini istediği akdin feshini talep etmediği de görülmekte olup mevcut koşullarda davanın reddi gerekmiştir. Davalı kötü niyet tazminatı talep etmişse de sözleşmenin T.B.K'nun yürürlüğe girmesinden öncesine ait olması nedeniyle sözleşme hükümleri ile T.B.K hükümlerinin birlikte uygulanması ve tartışılması gereken bir husus olduğundan tazminata gerekte görülmemiş olup aşağıdaki şekilde karar
verilmiştir.
/
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklanacağı Üzere;

1-Davacının davasının REDDİNE,

2-Davalının inkar tazminatı talebinin REDDİNE,

3- Harçlar kanunu uyarınca alınması gereken 21,15 TL'nin peşin alınan 356,40 TL'den mahsubu ile bakiye 335,25 TL'nin talep halinde davacıya iadesine,

4- Davalı kendini vekille temsil ettirdiğinden, avukatlık asgari ücret tarifesi hükümleri uyarınca hesaplanan 2.880,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

5- Yapılan masrafların davacı üzerinde bırakılmasına,

6- Sarfolunmayan gider avansının davacıya iadesine,

Dair, davacı vekilinin ve davalı asil ile vekilinin yüzüne karşı, temiz yolu açık olmak üzere karar verildi, verilen karar açıkça okundu, usulen anlatıldı. 06/12/2012

KAYNAKhttp://www.facebook.com/groups/avmehmetkaya/permalink/623646494321611
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 12:56 1 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

14 Haziran 2013 Cuma

NAFAKANIN ARTTIRIMI DAVALARI İÇİN ÖRNEK YARGITAY KARARLARI

Yargıtay
3. Hukuk Dairesi
E.2002/2498
K.2002/3671
T.9.4.2002

İŞTİRAK NAFAKASI

MAHKEMECE BİR YILDAN FAZLA BİR ZAMAN ÖNCE TAKDİR EDİLEN İŞTİRAK NAFAKASININ ÇOCUĞUN İHTİYAÇLARININ ARTMASI, ENFLASYON NEDENİYLE PARANIN SATIN ALMA GÜCÜNÜN DÜŞMESİ, DAVALI BABANIN GELİRİNİN ÖNCEKİ DAVA GÜNÜNE GÖRE AYNI KALMAYIP ARTMIŞ OLMASI DA GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK UYGUN BİR MİKTARDA ARTTIRILMASI GEREKİR.

4721/md. 182 (743/md.148)

Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Dava dilekçesinde daha önce 75.000.000 lira olarak takdir edilen iştirak nafakasının 150.000.000 liraya çıkartılması istenilmiş, mahkemece bu dönem içerisinde davalının gelirinde bir artışın olmaması gerekçesiyle dava reddedilmiştir.

Medeni Kanunun 148. maddesi uyarınca velayet kendisine verilmemiş olan anne veya baba, çocuğun infak ve terbiye masraflarına katılmak ile yükümlüdür. Eşler mali güçleri oranında çocuğun nafakasına katılırlar. Nafaka tayin edilirken sadece davalının mali imkanları değil, çocukların yaşı, ihtiyaçları memleketin geçim şartları ve özellikle birlik devam ederken babanın çocuklara alıştırdığı yaşama şekli gibi faktörlerin dikkate alınması gerekir.

O halde mahkemece bir yıldan fazla bir zaman önce takdir edilen iştirak nafakasının çocuğun ihtiyaçlarının artması, enflasyon nedeniyle paranın satın alma gücünün düşmesi hususları gözönünde bulundurularak uygun bir miktarda arttırılması gerekir.

Ayrıca mahkemenin kabulünün aksine davalı babanın geliri önceki dava gününe göre aynı kalmamış, artmıştır.


Sonuç: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 9.4.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


T.C. YARGITAY

3.Hukuk Dairesi
Esas:  2010/20993
Karar: 2011/1159
Karar Tarihi: 31.01.2011


ÖZET: Hükmolunan nafakaların gelecek yıllardaki artırımına ilişkin olarak kurulan ve bu konuda kesinleşen önceki hükümler, ilerleyen yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarında, ihtiyaçlarında, ülkenin ekonomik yapısında vs. hallerde önemli değişiklik olması hallerinde, yetersiz kalabilir. Şartların değişmesi halinde nafaka her zaman artırılabilir.

(4721 S. K. m. 176, 182, 330, 365)

Dava: Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü.

Karar: Davada, 2005 yılında 50'şer TL olan iştirak ve yoksulluk nafakalarının artırılması istenilmiş, mahkemece, 2005 yılında verilen karar ile belirlenen nafakaların her yıl ÜFE oranında artışına karar verildiği; davalının gelirinde ÜFE'yi aşan oranda artışın bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yoksulluk nafakası yönünden sair temyiz itirazları yerinde değildir.

İştirak nafakasının artırımı davası yönünden ise;

Hükmolunan nafakaların gelecek yıllarda da artırımına ilişkin TMK'nun 176/4, 182/3, 330/3, 365/5. maddeleri, madde gerekçelerinde de belirtildiği gibi, bu hükümler, ekonomik yönden güçsüz olan nafaka alacaklılarının her yıl dava açmak suretiyle emek sarfından ve masraf yapmaktan kurtarılmaları amacıyla getirilmiştir.

Hükmolunan nafakaların gelecek yıllardaki artırımına ilişkin olarak kurulan ve bu konuda kesinleşen önceki hükümler, ilerleyen yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarında, ihtiyaçlarında, ülkenin ekonomik yapısında vs. hallerde önemli değişiklik olması hallerinde, yetersiz kalabilir. Şartların değişmesi halinde nafaka her zaman artırılabilir.

Somut olayda ise, nafakaya hükmedildiği tarihte 5 yaşında olan müşterek çocuk 9 yaşına gelmiştir.

Bu nedenle, önceki ilamdaki gelecek yıllardaki artış (ÜFE) hükmüne göre kendiliğinden artan iştirak nafakası miktarlarının müşterek çocuğun değişen ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı gözetilerek uygun bir nafakaya hükmedilmesi gerekirken, istemin tümüyle reddi doğru görülmemiştir.

Sonuç: Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 31.01.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı

T.C. YARGITAY

3.Hukuk Dairesi
Esas:  2010/10441
Karar: 2010/14410
Karar Tarihi: 16.09.2010


ÖZET: Tarafların gerçekleşen ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşularına göre, özellikle çocuğun artan ihtiyaçları belirlenerek hakkaniyete uygun bir artışa karar verilmesi gerekirken, mahkemece talebin reddi şeklinde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır.

(4721 S. K. m. 4, 175) 

Dava: Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Karar: Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.

Davada, aylık 100 TL olan iştirak nafakasının 350 TL'ye çıkartılması istenilmiş; mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

İştirak nafakası, çocuğun yaşı, eğitim durumu, günün ekonomik koşulları ile genel ihtiyaçlar ve ana babanın mali durumlarına göre takdir edilir. Davalı babanın işsiz oluşu babanın nafaka yükümlüğünü ortadan kaldırmaz.

Tarafların gerçekleşen ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşularına göre, özellikle çocuğun artan ihtiyaçları belirlenerek TMK'nun 4. maddesinde vurgulanan hakkaniyete uygun bir artışa karar verilmesi gerekirken, mahkemece talebin reddi şeklinde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.      

Sonuç: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 16.09.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı 


Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 10:16 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

2 Mayıs 2013 Perşembe

Çocuk Yargılamasında Sosyal İnceleme Raporu

SOSYAL İNCELEME RAPORU (SİR)
Sosyal inceleme raporu, suça yönelmiş çocukların psikolojik özelliklerini içinde bulundukları çevre şartlarını ve uygulanması gereken tedbirlere ilişkin önerileri, kapsayan belgedir.
Pekin Kuralları nın 16.maddesine göre, önemsiz suçlar dışındaki bütün davalarda cezaya hükmetme öncesinde ve yetkili makamın bir koruma tedbirine karar vermesinden önce, yetkili makam tarafından olay hakkında sağgörülü ir biçimde karar verilmesini kolaylaştırmak için, çocuğun geçmiş yaşamı ve halen içinde yaşadığı koşullar ve suçun işlendiği şartlar gereği gibi araştırılır.
Sosyal inceleme raporu ÇKK’ nın 35inci maddesin öngörülmüştür. Maddeye göre,   Çocuk Koruma Kanunu kapsamındaki çocuklar hakkında mahkemeler, çocuk hâkimleri veya Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme yaptırılır. Sosyal inceleme raporu, çocuğun, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından takdirinde göz önünde bulundurulur. Derhâl tedbir alınmasını gerektiren durumlarda sosyal inceleme daha sonra da yaptırılabilir. Mahkeme veya çocuk hâkimi tarafından çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılmaması hâlinde, gerekçesi kararda gösterilir.
Fiili işlediği tarihte on iki yaşını doldurmuş on beş yaşını doldurmamış olan suça sürüklenen çocukların ceza sorumluluğunun tespiti bakımından, bunlar hakkında mutlaka sosyal inceleme yapılması gereklidir. Yapılan inceleme neticesinde oluşturulan rapora göre hâkim çocuğun ceza sorumluluğunun olup olmadığına karar verir.
Soruşturma evresi, suç delilleri toplandığı ve suçun nitelendirilmesi yapıldığı, koruma tedbirlerinin uygulandığı (gözaltına alma tutuklama vs) evre olduğu için SİR ‘in bu evrede alınması, çocuk için daha yararlı olacaktır.
Ancak sosyal inceleme raporu soruşturma evresinde alınmamışsa kovuşturma evresinde de alınabilir.
Yargıtay’ın bir kısım karalarında da belirttiği üzere sosyal inceleme raporu bilirkişi raporu mahiyetindedir. SİR de çocuğun kişiliği psikolojik özellikleri yetişme koşulları, aile iş oyun okul çevresi, sosyal çevresine ilişkin hususlar yer alır. Suç tarihinde hemen sonra alınan SİR’de suç tarihi önem kazanmamakla birlikte, suç tarihinden uzun süre geçtikten sonra SİR istenmesi durumunda SİR de suç tarihinin de belirtilmesi uygun olacaktır. Tüm bu hususları içeren rapor, hukuki durum değerlendirilmesinde hakime yardımcı olacaktır.
SİR, suça sürüklenen çocukların soruşturma ve kavuşturmasında mahkeme süjelerinin takdir yetkisinin kullanımındaki en büyük yardımcı ve çocuk hukukunun olmazsa olmazlarındandır. Bu nedenle çocuk yargılamasında SİR büyük önem taşımaktadır.
Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 03:50 3 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Etiketler: çocuk sosyal inceleme raporu, sir, sir nedir, sosyal inceleme raporu, sosyal inceleme raporu ne zaman alınır, sosyal inceleme raporu nedir

14 Nisan 2013 Pazar

Türk Ceza Hukukunda Tutuklama Tedbiri ve Çocuklara ilişkin Özel Hükümler

TUTUKLAMA TEDBİRİNE GENEL BAKIŞ
 Genel Olarak Koruma Tedbirleri 
Koruma tedbirleri, ceza muhakemesinin gecikmeksizin yapılabilmesini, uyuşmazlığın konusunu oluşturan somut olaya uygun bir karar verilebilmesini ve verilen kararın uygulanabilmesini sağlamaya yönelik tedbirlerdir.
Söz konusu tedbirler ceza muhakemesi yönünden sadece bir araçtır; dolayısıyla geçicidir. Nitekim bunlar esas itibariyle ceza muhakemesinin zarar görmesi tehlikesi olduğu durumlarda ve bu tehlike devam ettiği sürece uygulanır.
Alınan koruma tedbiri ile işlendiği iddia oluna suç arasında oran bulunmalıdır. Alınan tedbir işlendiği iddia olunan suç karşısında haklı, dengeleyici nitelikte olmalıdır. iddia ve suçun ağırlığı tedbirin haklılığını gerektirmelidir.
Koruma tedbirleri kişinin özgürlük ve dokunulmazlığına, can ve mal güvenliğine özel yaşamına ilişkin bir takım ağır müdahaleler olduğundan uygulanmaları için kural olarak hakim veya mahkemenin kararı gerekir. Ancak gecikmesinde sakınca olan hallerde C.Savcısının da kararı yeterli olabilir; fakat bu kararın hakimin onayına sunulması gerekir.
Tutuklama, henüz kesin bir kararla mahkûm olmadan yargıç kararına dayanılarak, şüpheli veya sanığın kişi özgürlüğünden mahrum edilmesidir. Tutuklama ancak ceza muhakemesinin amaçları, gerçeklerin ortaya konması ve kararların uygulanması yönünden zorunlu olan hallerde başvurulabilen bir tedbirdir(AY m. 19.f,3)
Tutuklama aslında istisnai bir koruma tedbiridir. Koruma tedbirleri içinde en ağır olanıdır; çünkü kişi özgürlüğünü kaybetmektedir.Bu nedenle bu tedbire zorunluluk varsa başvurulacaktır.
Tutuklamaya ancak yargıç karar verebilir. (AY m. 19.f,3) (CMK. m.101). Bu kuralın istisnası yoktur.
Tutuklamanın şartları üç başlık altında toplanabilir.
1-Tutuklamanın en genel şartı, sanığın suçu işlediğine dair hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunmalıdır. Kuvvetli şüphenin anlamı günlük hayat deneyimleri ve eldeki delillere göre şüphelinin suçu işlediğinin kesin gibi olmasıdır.
2-Tutuklamanın ikinci şartı bir tutuklama nedeninin bulunmasıdır.
3-Tutuklamanın diğer bir şartı ise,şüphelinin işlendiği iddia olunan suç için öngörülen ceza ile tutuklama oranında bir oranın varlığıdır.
Tutuklama Nedenleri;
1-Şüphelinin ya da sanığın hareketlerine ilişkin nedenler: Bunlardan birincisi şüpheli veya sanığın tutuklanmaması halinde kaçacak, saklanacak olmasıdır. İkincisi ise şüpheli veya sanığın davranışlarıyla delilleri yok etme, veya değiştirme girişiminde olmasıdır. Keza tanık,mağdur veya başkaları üzerinde (bilirkişi, uzman vs) baskı yapmaya kalkmasıdır.Bu iki halde de şüpheli veya sanığın bunları yaptığına dair kuvvetli şüphe sebepleri bulunmalıdır.
2-Suçun Ağırlığına ilişkin sebepler: Kanun , Türk ceza mevzuatında ağır suçların şüpheli veya sanık tarafından işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebepleri varsa tutuklama nedeni var saymıştır.Bu suçlar (CMK m. 100.f,3) de şu şekilde sayılmıştır:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (Madde 76, 77, 78),
2. Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),
3. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),
4. İşkence (Madde 94, 95)
5. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, Madde 102),
6. Çocukların cinsel istismarı (Madde 103),
7. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
8. Uyuşturucu veya uyarıcı Madde imal ve ticareti (Madde 188),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (Madde 302, 303, 304, 307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları.
c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci Maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.
d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü Maddelerinde tanımlanan suçlar.
f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu Maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
(CMK.100.f,3) hükmü, listede yer alan suçlarda tutuklama kararı verilemesini zorunlu kılmamaktadır. Bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında da tutuklama kararı verilebilmesi için, öncelikle, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller olmalıdır. Tutuklama tedbiri, her durumda yargıç ya da mahkeme tarafından takdir edilen bir tedbirdir. Hakim şüpheliyi tutuklamak zorunda değildir. Hakimin tutuklama takdir yetkisinin dört sınırı vardır bunlar: kuvvetli şüphe, delilleri karartma veya kaçma ihtimalli, orantılılık ve suçun ağırlığıdır. Bu dört ilke yoksa hakim tutuklama kararı vermeyecektir.
Sanığın işlediği suç adli para cezasını gerektiren bir fiil veya üst sınırı bir yıldan fazla olmayan hapis ise sanık hakkında tutuklama kararı verilmeyecektir. Ancak şüpheli veya sanık adli kontrol altına alınabilecektir.

 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Ceza ve Davaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 96. maddesiyle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin dördüncü fıkrası değiştirilerek, hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararının verilemeyeceği öngörülmüştür. Böylece, tutuklama tedbiri yasağına konu olacak suçlarla ilgili hapis cezasının üst sınırı bir yıldan iki yıla taşınmıştır. İsabetli bir düzenlemedir. Ancak CMK m.100/3’de yer alan katalog suç uygulamasının kaldırılmaması hatalı olmuştur. Çünkü bu hüküm, maalesef uygulamada otomatik tutuklamanın bir gerekçesi olarak kabul edilmektedir.

Tutuklama Kararı ve Usulü
Soruşturma evresinde tutuklama kararı kural olarak savcının talebi üzerine sulh ceza yargıcı tarafından verilir( CMK m. 101 f,)1.Kovuşturma evresinde ise yetkili ve görevli mahkeme resen ya da talep üzerine sanığı tutuklayabilir.(CMK 101, f,1.)
Tutuklama kararı mutlaka gerekçeli olmalıdır. Gerekçede kararın verilmesini gerektiren hukuki ve fiili nedenler ayrıntılı olarak açıklanmalıdır. Ayrıca adli kontrol uygulanmayışının hukuki ve fiili sebepleri de açıklanmalıdır.
Tutuklama istenildiğinde mecburi müdafilik söz konusu olur.Buna göre şüpheli veya sanık kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanacaktır (CMK m 101 f,,3).Tutuklamanın tartışıldığı oturumlarda mutlaka müdafii bulunmalı ve görüşü alınmalıdır.

Tutukluluğun Yakınlara Bildirimi
Tutuklamadan ve tutuklamanın uzatılmasına ilişkin her karardan tutuklunun bir yakınına veya belirlediği bir kişiye, hâkimin kararıyla gecikmeksizin haber verilir. Ayrıca, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek kaydıyla, tutuklunun tutuklamayı bir yakınına veya belirlediği bir kişiye bizzat bildirmesine de izin verilir. Şüpheli veya sanık yabancı olduğunda tutuklanma durumu, yazılı olarak karşı çıkmaması halinde, vatandaşı olduğu devletin konsolosluğuna bildirilir.

Tutuklananın Nakli 

Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir. (CMK M93)
Çocuk Koruma Kanunu, çocukların kollarına kelepçe, zincir vb aletler vurulamayacağını öngörmektedir (ÇÇK m.118)
Tutuklulukta Geçecek Süre

 Tutuklama ağır bir tedbirdir. Tutuklunun geleceği hakkında ister mahkumiyet ister beraat şeklinde olsun bir an önce karar verilmesinde yarar vardır.
Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde(Asliye ve Sulh ceza mahkemesi) tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.
Şüpheli veya sanığın tutuklama kararının kaldırılmasını talep etmesi: Şüpheli veya sanık, yetkili ve görevli yargılama makamından, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında salıverilmeyi isteyebilir.( CMK m103 f b1 m104 f1)
Yargılama makamı savcının, şüphelinin, sanığın veya müdafiinin görüşünü aldıktan sonra 3 ün içinde istemin kabulüne reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verir.(CMK105).Kararlara karşı itiraz olunabilir.( CMK m 105, 267)
Tutukluluğun İncelenmesi
Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir. Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. Savcı tutukluluk halinin devamına ihtiyaç görmediği gibi adli kontrol de istemiyor ise şüpheliyi resen serbest bırakma yetkisine sahiptir(.CMK 103 f.2)
Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.
Mahkemeler tutuklu dosyaları 30 günden fazla bir süreye erteleyemezler.
Tutuklama Kararına veya Tutukluluğa İlişkin Kararlara İtiraz
İtirazın kararın öğrenildiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılması gerekir (CMK 268 m.1).Soruşturma evresinde verilen tutuklama kararına ve tutuklamanın devamı kararına şüpheli, müdafii, şüphelinin yasal temsilcisi ve eşi tarafından itiraz edilmesi mümkündür (CMK m 260 f1 m 262.)
İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:
Sulh ceza hakiminin kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları asliye ceza mahkemesi hakimine aittir.
Sulh ceza işleri, asliye ceza hakimi tarafından görülüyorsa itirazı inceleme yetkisi ağır ceza işlerini gören mahkeme başkanına aittir.

Asliye ceza mahkemesi hakimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine yapılır.
Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir. Soruşturma evresinde verilen tutuklama kararına ve tutuklamanın devamı kararına şüpheli, müdafii, şüphelinin yasal temsilcisi ve eşi tarafından itiraz edilmesi mümkündür (CMK. m 260. f,1, m,262.)
CMK’nın 101 maddesinin 2 fıkrasında tutuklamaya, tutuklamanın devamına ve tahliye isteminin reddine ilişkin kararlardan söz edildikten sonra 5. fıkrasında bu kararlara itiraz edilebileceği belirtildiğinden, bu kararlara karşı itiraz edilebilecek ancak mahkemenin vermiş olduğu tutuklama kararının geri alınması ve sanığın salıverilmesi kararına karşı itiraz edilemeyecektir.
Tutuklama Kararının Yerine Getirilmesi: 
Tutuklama kararı üzerine tutulan kişi tutukevine konulur. Kadınlar, çocuklar ve gençler ayrı ayrı yerlerde barındırılırlar. Tutuklunun tutukevinde çalışması mümkündür ancak buna mecbur tutulamaz. Savcı soruşturma evresinde ve kovuşturma evresinde mahkeme, tutuklunun ziyaretçi kabulünü ve haberleşmesini yasaklayabilir veya kısıtlayabilir. Ancak Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine engel olunamaz bu husus da kısıtlamalar konulamaz.

ÇOCUKLARLA İLGİLİ ÖZEL HÜKÜMLER
Çocuk adalet sisteminin en önemli prensiplerinden biri özgürlüğü kısıtlayan tedbir ve cezaların son çare olmasıdır (Çocuk Adalet Sisteminin Uygulanması Hakkında Birleşmiş Milletler Asgari Standart (Pekin (Beijing)) Kuralları 13). Bu ilke bizim mevzuatımızda Çocuk Koruma Kanunu 20. maddesinde yer almıştır. BM Çocuk Hakları Komitesi, Beijing Kuralları’nın 17. kuralına dayalı olarak özgürlüğün kısıtlanmasına başvurulmasının son çare olabilmesi için uygulanması gereken esasları şöyle belirlemektedir: “Çocuğun kişisel özgürlüğüne getirilecek kısıtlamalar çok dikkatli bir incelemeden sonra konulmalı ve bu kısıtlamaların mümkün olduğu kadar az olmasına özen gösterilmelidir. Özgürlükten yoksun bırakma, suçun başka bir kişiye yönelik ciddi bir saldırı niteliğinde bulunması veya çocuğun ciddi suç işlemeyi itiyat haline getirmiş olması halleri dışında verilmemelidir. Çocuğun yararı çocuklara ilişkin davalarda yol gösterici ilke olmalıdır...” (BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Uygulama El Kitabı, UNICEF 2007 sf. 582).Koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında, hükümlünün “onbeş” yaşını dolduruncaya kadar infaz kurumunda geçirdiği bir gün, iki gün olarak dikkate alınır. Tutukluluk ta geçirilen sürenin mahkumiyet süresinden düşürülmesinde de bu kurala dikkat etmek gerekir (CGTİK 107/5).Tutuklama talebinin ÇKK 30/son maddesi gereğince çocuk büro savcılığında yapılması gerekmektedir, Ancak gecikmesinde sakınca olan hallerde genel yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından tutuklama talep edilebilecektir.
Çocuk Koruma Kanunu 21.maddeye göre on beş yaşını doldurmamış çocuklar hakkında üst sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerden dolayı tutuklama kararı verilemez.
Çocuk Koruma Kanunu, çocukların kollarına kelepçe, zincir vb aletler vurulamayacağını öngörmektedir (ÇÇK m.118)

Yine Tutuklama kararı üzerine tutulan kişi tutukevine konulur. Kadınlar, çocuklar ve gençler ayrı ayrı yerlerde barındırılırlar.
SONUÇ: Tutuklama kararı, kişinin özgürlük hakkına hukuk yoluyla da olsa, tecavüz niteliği taşıdığı, adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkili olan, ceza değil bir önlem, kural değil bir istisna olduğundan son derece dikkatli verilmesi gereken yargı kararlarındandır. Tutuklamanın çerçevesi Anayasa , CMK ve uluslararası sözleşmelere çizilmiştir. Tutuklamanın koşulları iç hukuka göre CMK 100. maddede sayılmıştır. Bu maddeye göre tutuklama kararı verilebilmesi için; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve tutuklama nedeni olması gerekmektedir. Tutuklama nedenleri, kaçma, saklanma, tanık mağdur üzerinde baskı yapma riskleridir.
CMK. m 100.f,3 maddesinde tutuklama nedeni olarak katalog suçlara yer verilmiştir. Uygulamada kuvvetli şüphenin varlığı halinde ve şüphelinin işlediği iddia olunan suçun katalog suçlardan olması durumunda, şüphelinin kaçma saklanma, mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapma gibi risk koşulları üzerinde ne yazık ki durulmamaktadır. Hatta çoğu zaman katalog suçların varlığı tek başına tutuklama sebebi olarak görülmektedir. Bu durum Anayasa’ya ve AİHS ‘nin tutuklama ile ilgili hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.
Yine hem Anayasa’da hem de CMK’ da, hâkimlerin ve savcıların tutuklama istemlerinde, hukuki nedenler ve gerekçelerin gösterilmesi zorunlu kılınmıştır. Kaçma, saklanma gibi soyut olasılıklara itibar edilemeyeceği gibi bu olasılıkları somut ve fiili olarak destekleyen koşulların varlığı somut olayda mutlaka aranmalıdır. Tutuklama kararında, şüpheliye yüklenen fiil ve suç açıkça yazılmalıdır, deliller açıklanmalıdır, kuvvetli suç şüphesini ve bir tutuklama nedeninin varlığını doğrulayan olgular kararda belirtilmedir. Ayrıca adli kontrolün yetersiz kaldığını gösterecek hukuki ve fiili nedenlere de yer verilmesi gerekirken uygulamada yer verilmemektedir.
Çocuk adalet sisteminin en önemli prensiplerinden biri özgürlüğü kısıtlayan tedbir ve cezaların son çare olmasıdır.Bu nedenle çocuklara yönelik özgürlüğü kısıtlayan tutuklama teddbirine en son çare olarak başvurulması temennimdir.
Av.Dilrüba KAYI

Gönderen Av Dilruba KAYI zaman: 11:43 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Etiketler: çocuk tutuklama, çocuk tutukluluğu, suça sürüklenen çocuk hakkında tutuklama, suça sürüklenen çocuk tutuklama, tutuklama kararı, tutuklama tedbiri, tutukluluğa itiraz
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Hakkımda

Fotoğrafım
Av Dilruba KAYI
Ankara Barosu Avukatı-Arabulucu-Eğitmen dlrbky@hotmail.com
Profilimin tamamını görüntüle

Sayfalar

Blog Arşivi

  • ►  2021 (4)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2020 (1)
    • ►  Aralık (1)
  • ►  2016 (2)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2015 (11)
    • ►  Aralık (5)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ▼  2013 (13)
    • ▼  Aralık (1)
      • T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2013/9-241 ...
    • ►  Kasım (1)
      • http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/karar/konak.pdf
    • ►  Ekim (2)
      • ANNENİN İŞTİRAK NAFAKASINI İCRA TAKİBİNE KOYMASI (...
      • Uluslararası Af Örgütünün Gezi Parkına Yönelik Raporu
    • ►  Eylül (1)
      • 26.09.2013 Tarihli Yeni Gider Avansı Tarifesi
    • ►  Ağustos (1)
      • ÇOCUKLARIN YARGILANMASINDA ÖZEL HÜKÜMLER: YETKİLİ ...
    • ►  Temmuz (2)
      • T.C. Y A R G I T A Y 2.HUKUK DAİRESİ ESAS NO:...
      • T.C. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2013/691 K. 2013...
    • ►  Haziran (1)
      • NAFAKANIN ARTTIRIMI DAVALARI İÇİN ÖRNEK YARGITAY K...
    • ►  Mayıs (1)
      • Çocuk Yargılamasında Sosyal İnceleme Raporu
    • ►  Nisan (2)
      • Türk Ceza Hukukunda Tutuklama Tedbiri ve Çocuklara...
    • ►  Şubat (1)
  • ►  2012 (7)
    • ►  Ekim (2)
    • ►  Ağustos (3)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
  • ►  2011 (7)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (2)

İzleyiciler

Seyahat teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.